Yunan dış politikasının çıkmazları ve Makedonya isim sorununun Türkiye’ye etkisi
Son dönemde Yunanistan ile Makedonya arasında devam eden isim sorununun çözülmesi yönünde varılan uzlaşmaya yönelik tartışmalar Avrupa’daki uluslararası politika gündeminin ilk sıralarında yer almaktadır.
Türkiye’deki bakış açısı Makedonya isim anlaşmazlığını sadece Yunanistan ve komşusu Makedonya arasındaki bir sorun olarak görme eğiliminde olup, bu eğilim esasında konunun Türk-Yunan ilişkilerini de ciddi ölçüde etkileme potansiyelini önemsizleştirmektedir. Makedonya isim sorununun çözümü konusunda varılan uzlaşmanın, daha geniş bir perspektiften bakıldığında, gerek Yunan dış politikasının genel yönelimini, gerek Balkanlardaki politik dengelerin değişme olasılığını, gerekse de gittikçe gerginleşmekte olan Türk-Yunan ilişkilerini daha da öngörülemez bir gidişata sürükleme potansiyelini taşıdığı görülecektir.
Temel olarak, Makedonya üzerinde yaşanan isim anlaşmazlığının çözümü, uluslararası ilişkiler penceresinden bakıldığında birbiriyle bağıntılı üç düzlemde yaşanmakta olan kırılmaların bir yansımasıdır. Birincisi, söz konusu bu çözüm süreci, Yunanistan’ın geçmişten bu yana Avrupa-Atlantik eksenine güçlü bağlılığının sosyalist SYRIZA’nın iktidara gelmesi ile birlikte kırılabileceği yönündeki beklentilere Avrupa-Atlantik güçlerinin göstermekte olduğu bir karşı hamledir. İkincisi, Yunan dış politikasının, iç dinamiklerden de önemli ölçüde etkilenen, Balkanlar’da başat güç olma yönündeki hayalperest projeksiyonlara evrensel sosyalist değerlerden beslendiğini savunarak hükümet olan SYRIZA iktidarının da kapıldığını göstermesi açısından bir kırılmayı ifade etmektedir. Üçüncü kırılma düzlemi ise Türk-Yunan ilişkileri ile ilgilidir. Makedonya isim sorununun çözümü hususunda Yunan hükümeti üzerindeki Batı baskısı, son dönemde Avrupa-Atlantik ekseninden kopuş ile bu eksene bağlı kalış arasında gitgeller yaşayan Türkiye açısından, Makedonya sorunundan kurtulmuş ve doğusuna politik ve askeri açıdan daha güçlü bir şekilde konsantre olabilecek Yunanistan’dan gelen tehdit algılamalarını güçlendirici bir etki yaratmaktadır. Diğer iki kırılma düzleminden bağımsız olarak bu çalışma, Türkiye’yi yakından ilgilendirmesi bakımından, Makedonya isim sorununun çözümünün Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik politikaları üzerindeki etkisini analiz etmektedir.
Makedonya İsim Sorununun Tarihçesi
Eski Yugoslavya’nın Balkanlar’ın en hassas bölgesine uzanan coğrafi parçası olarak altı federe cumhuriyetten biri olan Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan ve Arnavutluk üçgeninin arasında stratejik olarak özel ve sorun potansiyeli yüksek bir bölge olagelmiştir. Ancak buna rağmen, 1989-1991 arasında komünist rejimlerin yıkıldığı ve köklü değişimlerin yaşandığı Doğu Avrupa’da, bu değişimlerin etnik çatışmaya dönüştüğü tek yer olan eski Yugoslavya’nın diğer bölgelerinde yaşanan acı tecrübeler göz önüne alındığında Makedonya’nın bağımsızlık süreci neredeyse sorunsuz denilebilecek kadar yumuşak bir geçiş dönemini ifade eder.
Makedonya, 8 Eylül 1991 tarihinde gerçekleştirilen referandumda, halkın %95’in üzerinde bir kesiminin “Evet” oyu kullanmasıyla bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık süreci önemli ölçüde sorunsuz atlatılmış olsa da, Makedonya Parlamentosu’nun yeni devletin ismini Makedonya Cumhuriyeti olarak ilan etmesi bu yeni devletin komşuları ile gelecekte yaşanacak sorunların önünü açtı. Yeni Makedonya devletinin, içinde barındırdığı Arnavut nüfusun taleplerinden dolayı Arnavutluk ile bir takım siyasi sorunları, Sırbistan ile de bazı sınır ihtilafları bulunmaktaydı, ancak bu sorunlar kısa sürede çözüldü. Bulgaristan’ın Makedon halkı ile Bulgar halkı arasında dil benzerliğinden dolayı etnik akrabalık bulunduğu yönünde ileri sürdüğü tezlerden kaynaklanan sorunlar da çok uzun sürmedi ve iki ülkenin karşılıklı anlayış birliğine varmasıyla, Bulgaristan bu tezleri Makedonya aleyhine bir politik araç olarak kullanmaktan vazgeçerek yeni komşusu ile olası sorunları bir kenara bıraktı ve Avrupa-Atlantik kurumlarına entegresyona ağırlık verdi.
Arnavutluk, Sırbistan ve Bulgaristan ile sınır sorunlarını ve siyasi ihtilafları çözüme kavuşturmayı başarabilen Makedonya açısından, Yunanistan ile ortaya çıkan isim sorununun ise diğerlerinden farklılaşan ve birden fazla boyutu olan bir mesele olduğu zaman içerisinde anlaşıldı. Yunanistan’ın Avrupa-Atlantik cephesi içerisindeki, kimi zaman siyasi şımarıklığa kadar varabilen müsamahalı pozisyonu ve Yunan dış politikasının şovenist Yunan milliyetçiliğinin güçlü etkisi altında kalmış olan irrasyonel çerçevesi, çözülmesi kolay gibi görünen bu isim sorununun derinleşmesine ve Makedonya’nın Avrupa-Atlantik kurumlarından dışlanmasına yol açtı.
Bu noktada, Yunanistan ile Makedonya arasındaki isim sorununun, Yunan milliyetçiliği ile ilişkisini anlayabilmek için konunun tarihsel boyutunu ele almakta fayda vardır. Yunanistan açısından anlaşmazlığın başlangıcı bugün Makedon olarak bildiğimiz halkın etnik kökenine yönelik tartışmalara dayanmaktadır. Yunan tezine göre, bugün kendisini Makedon olarak adlandıran halkın etnik kökeni 6. ve 7. yüzyıllarda Balkanlar’a yerleşen Slav topluluklarına dayanmakta; Slav topluluklarının Balkanlar’a yerleşmesinden öncede Makedonya olarak adlandırılan coğrafyada yaşayan yerli halklar ise Helen kökeninden gelmektedir. Yunan resmi tezi, bu tanımlamalardan yola çıkarak, bugün Makedon olarak bildiğimiz halkın Büyük İskender dönemindeki Makedonya’da yaşayan, Yunanca konuşan ve Yunan kültürüne sahip Helen topluluklarla bir ilişkisi olmadığından dolayı, yeni ortaya çıkan devletin de Makedonya ismini ve sembollerini kullanmasının meşru olmadığını öne sürmektedir.
Makedonya coğrafyasının Antik Yunan, Büyük İskender’in Makedonya İmparatorluğu ve sonrasında Roma ve Doğu Roma (Bizans) yönetimlerinde Helen kültürünün hegemonyası altında kaldığı ve 7. yüzyılın sonuna kadar buradaki halkların ağırlıklı olarak Yunanca konuşan topluluklardan oluştuğu tarihsel bir gerçek olarak not edilmelidir. Ancak, Makedonya’da 7. yüzyıldan sonra Slav etkisinin artması ve özellikle 14. yüzyılda bölgenin tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmesi bu coğrafyadaki etnik yapıyı heterojen bir hale getirmiştir. Dolayısıyla, 7. yüzyılda Yunan kültürel hegemonyasının aşınması ile birlikte, çağdaş Yunanistan’ın Makedonya’ya geri dönüşünün gerçekleştiği 20. yüzyıl başlarına kadar geçen 13 yüzyıllık çok uzun dönem, Makedonya coğrafyasının Helen kültüründen neredeyse tamamen kopuşunu ifade eder ki, bu da Yunanistan’ın Makedonya’ya yönelik siyasetinin milliyetçi çerçevesinin içinin nasıl zoraki bir şekilde doldurulmaya çalışıldığını göstermektedir.
Makedonya coğrafyasında yaklaşık 500 yıl süren Osmanlı hâkimiyetinin ardından, Türk tarihi açısından da dramatik sonuçları olan Balkan Savaşları’nın ertesinde bölge Yunanistan başta olmak üzere diğer Balkan devletlerinin de katıldığı bir mücadele alanı haline gelmiş ve bugünkü siyasi anlaşmazlığın temelleri atılmıştır. Balkan Savaşları’nın ardından 1913’te imzalanan Bükreş Antlaşması ile Makedonya coğrafyası Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan arasında paylaşılmıştır. Bu paylaşım, psikolojik sınırlarını ifade etmek için Makedonya coğrafyasının isimlendirilmesinde de bir bölünmeye yol açmıştır. Yunanistan sınırları içinde kalan ve Ege Denizi’ne uzanan bölge Ege Makedonyası, Bulgaristan’ın güneybatısını kapsayan dağlık bölgeler Pirin Makedonyası ve bugünkü Makedonya Cumhuriyeti’nin bulunduğu, o dönem Sırbistan’ın, sonrasında da Yugoslavya’nın güney sınırlarını oluşturan, Vardar Nehri havzasındaki bölge de Vardar Makedonyası olarak adlandırılır.
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde, Yugoslavya’nın kurucusu ve efsanevi lideri Josip Broz Tito’nun Güney Sırbistan’ın statüsü ile ilgili tartışmalarda, burada yaşayan Slav kökenli fakat Sırpça’dan ziyade Bulgarca’ya yakın bir dil konuşan halkın geleceği konusunda belirlediği tavır bugünkü Makedonya isim sorununun uluslararası ajandaya yerleşmesine neden olmuştur. Tito, Sırbistan’ın güney bölgesinde bugün “Makedonlar” olarak bilinen halkın çoğunlukta olduğu bölgeyi Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti olarak özerk bir yapıya kavuşturdu ve Makedonya Yugoslavya’yı oluşturan altı federe cumhuriyetten biri oldu. Tito’nun bu hamlesi, Makedon kimliğini Yugoslavya’nın sahiplendiği anlamında bir etki yaratmıştır. Bu durumdan hem Yunanistan, hem de Bulgaristan oldukça rahatsız olmasına rağmen, Soğuk Savaş’ın yarattığı koşullar altında iki ülke de fazla sesini çıkarmamış ve Makedonya sorunu sonraki elli yıl boyunca dondurulmuştur.
Bu noktada, Yugoslavya’nın içinde bir Makedonya cumhuriyetinin oluşturulmasının, Yunanistan’ı doğal olarak bir güvenlik kaygısına ittiğinin altını çizmek gerekir. 1946-1949 arasındaki Yunan İç Savaşı’nda partizan grupların Yugoslavya tarafından desteklenmesini ve kullanmasını hiç unutmayan, Batılı güçler ve özellikle İngiltere’nin desteği ile bu iç savaştan galip çıkan Yunanistan’daki anti-komünist müesses nizam, Soğuk Savaş’ın kutuplaşmış ortamında kuzeyinde Makedonya ismini taşıyan bir devlet oluşumu olasılığını Yunan ulusal bütünlüğüne her zaman bir tehdit olarak gördü. 1991’de Makedonya Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışı ise, yarım yüzyıl boyunca Slav unsurunun Makedon ulusal kimliğini kullanarak Makedonya coğrafyasına nüfuz edebilme olasılığından çekinmiş olan Yunanistan’ın dış politikada doğal olarak reaksiyoner davranmasına ve Makedonya Cumhuriyeti’ni anayasal ismiyle tanımamasına neden oldu ve sorun bugüne kadar çözülmeden geldi.
Yunanistan-Makedonya Sorununun Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi
Tito tarafından yaratılmış ve aslında sosyolojik anlamda tartışmalı olan Makedon ulusal kimliğinin, 1991’de Makedonya Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir devlette yansımasını bulması, salt bir isim sorunundan ibaret değildir. Makedonya’nın bağımsız bir devlet olması Yunanistan’ın ulusal güvenliğiyle ilgili hassasiyetlerini derinleştirici bir etki yaratmıştır. Tarihsel olarak Yunanistan’ın ulusal güvenliğine en büyük tehdidi “doğudan gelen tehlike” olarak Türkiye oluştururken, 1991’den itibaren Makedonya ismini taşıyan yeni batı komşusu Yunanistan’ın ulusal güvenlik kaygılarına post-modern bir meydan okuma getirmiştir. Yunan dış politikası, Ege’de ve Kıbrıs konusunda Türkiye ile derin bir çatışma içindeyken, diğer taraftan, Yunan milliyetçiliğinin her katmanına derinden etki ettiği Yunan toplumunu yatıştırmak için, bütün bu 27 yıllık süre boyunca enerjisinin önemli bir kısmını Makedonya’nın Avrupa-Atlantik kurumlarından dışlanmasını sağlamaya ve Makedonya isminin değişmesi yönünde Makedonya Cumhuriyeti ile müzakere etmeye harcamıştır.
Bu süreçte Yunanistan 2008’den itibaren ekonomik krize de sürüklenince, güvenlik tehditlerinin üzerine iktisadi çöküntünün yarattığı yük de eklendi ve bir zamanların Balkanlar’daki başat siyasi güç adayı ve ekonomik gelişmişlik örneği Yunanistan’ın yerini, kendi vatandaşının refahını sağlayamayan, iç siyasette yaşanan kırılganlıkların sonucu dış politikada ciddi anlamda zayıflayan bir başka Yunanistan aldı. Bu iki olayın, Makedonya isim sorunu ve ekonomik krizin, dış politikada yarattığı zaafiyetin, çok üzerinde durulmamasına rağmen, asıl dikkat edilmesi gereken sonucu, Yunanistan’ı Avrupa-Atlantik ekseni içerisinde Türkiye’ye karşı her zaman bir tehdit unsuru pozisyonunda tutmaya özen gösteren Batılı güçlerde de kaygı yaratmış olmasıdır.
Bu noktada, Yunanistan’ın ekonomik krizden yavaş yavaş çıkışı ve Makedonya ile yaşadığı isim sorununda çözüm yoluna gitmesi, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik ekseninden yaşadığı kopuş ve özellikle Suriye’deki politika değişikliği ile ilişkilidir. Türkiye’nin, doğusunda, Suriye ve Kuzey Irak’ta, genel itibariyle Kürt meselesi ile bağlantılı olarak, pozisyon değiştirmeye başlaması; Suriye’nin kuzeyindeki PKK / PYD bölgesinin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eder bir boyuta gelmesi ile birlikte askeri müdahalede bulunarak Suriye savaşında Batı’nın bölge üzerindeki projeksiyonlarına meydan okuması, Avrupa-Atlantik güçlerini, batıda Yunanistan kartını yeniden masaya sürmeleri yoluna sevk etti.
Türkiye’ye karşı Yunanistan kartının hiç kuşkusuz ciddi zayıf yönlerinin bulunduğu bir gerçektir. Ancak, Batı güçlerinin Yunanistan’ın bu zaafiyet alanlarını iyi bildiğini ve bu alanları güçlendirmek için uzun soluklu bir strateji ile Yunanistan’ı Türkiye’nin batısında yeniden bir tehdit unsuru haline getirmeye çalıştıklarını belirtmek gerekir. Bu iki zayıf alandan Batı açısından en endişe verici olanı Yunanistan’ın içine sürüklendiği derin iktisadi ve finansal kriz ve bu krizin yarattığı toplumsal çöküntü idi. Bu çöküntü, radikal sol SYRIZA’yı iktidara taşıdı ve bir ara Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkışı, hatta Avrupa-Atlantik ekseninden uzaklaşması riskini dahi gündeme getirdi. Türkiye’deki romantik sol, Yunanistan’da SYRIZA’nın iktidara gelişini bir devrim havasında kutlamıştır. Ancak, unutulan veya atlanan bir nokta şuydu ki, SYRIZA bir sol ittifak olmakla birlikte içinde liberal sol unsurları da barındıran bir oluşumdu ve iktidara yerleştikten sonra Tsipras’ın parti içindeki kıyımını çoğu siyasi analist görmezden geldi. Tsipras’ın başını çektiği Avrupa-Atlantikçi liberal sol unsurlar, çaresizce Batı’ya meydan okuyan popüler maliye bakanı Giannis Varoufakis’in liderliğindeki radikal sol unsurları dışladı ve bu gruplar SYRIZA’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Sonrasında ise Tsipras’ın liderliğindeki SYRIZA hükümeti, Batı tarafından dayatılan neo-liberal ekonomik kurtuluş reçetelerinin uygulayıcısı bir iktidara dönüştü.
Batı, Yunanistan’ı ekonomik krizden kurtarmak için bu ülkeye 274 milyar Euro tutarında kredi aktardı ve sonuç itibariyle Yunan ekonomisi kendi ayakları üzerinde durabilecek bir konuma getirildi. Nitekim Yunanistan’ı kurtarma programının Ağustos 2018’de sona ereceği açıklanmıştır. Ancak, Batı’nın 274 milyar Euro’luk bu harcamasının önemli bir çıktısı vardır: Finansal kriz sebebiyle gemilerine yakıt dahi koyamayan ve Ege’de donanması hareket kabiliyetini neredeyse tamamen kaybetmiş olan Yunanistan, artık tam anlamıyla Türkiye’ye karşı Batı’nın dümende olduğu kolayca yönlendirilebilir bir ülke, SYRIZA hükümeti de Batı’nın dayattığı dış politika hamlelerini uygulamaktan başka çaresi olmayan siyasi bir kukla haline gelmiştir.
Yunan ekonomisinin ayakta durmasının sağlanması aslında Yunanistan’ın bir ayağının üzerine doğrulmasını ifade eder. Yunanistan’ın Türkiye’ya karşı iki ayağının üzerinde durabilmesi için Yunan dış politikasını batıdan tehdit eden Makedonya sorununun hal yoluna sokulması gerekliydi. Yunanistan’ın ekonomik yardım programının sona erdirilmesi ile Makedonya sorununun çözümüne yönelik atılan adımların aynı zaman dilimine denk gelmesi bu açıdan tesadüf değildir. Makedonya ile yaşanan isim sorunu, yukarıda da belirtildiği üzere, Yunan dış politika yapıcılarının yarım yüzyıldan fazla bir süredir enerjilerini harcadıkları bir konudur. Bu noktada, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik ekseninden Avrasya eksenine kayma motivasyonu gösterdiği bir dönemde batıdan yeni bir Demokles’in Türkiye’ye kılıç sallaması gerekiyordu ki, işte bu modern Demokles Yunanistan’dır. 1991’den bu yana çözülemeyen Makedonya isim sorununun kapalı kapılar ardında yürütülen birkaç aylık bir müzakere süreci sonucu, Makedonya devletine “Kuzey Makedonya” gibi, ne milliyetçi Yunan kamuoyunun kabul edebileceği, ne de Makedon toplumunun içine sindirebileceği bir isim koyularak halledilmesini rasyonel açıklamalarla tarif etmek zordur. Müzakere sürecinde iki önemli unsur ana etken olmuştur: Makedonya’ya Avrupa-Atlantik kurumlarına entegrasyonun önünün açılacağı yönünde gösterilen havuç, Yunanistan’a ise Yunan siyaset yapıcılarını her zaman kolay ikna etmenin bir aracı olagelmiş “Türkiye karşısında güçlü bir aktör olacağı” inancının aşılanması. Bir başka ifadeyle, Yunanistan ile Makedonya arasındaki bu isim sorununun çözümünde, Avrupa-Atlantik güçlerinin, Makedonya’yı Batı’ya entegrasyon, Yunanistan’ı ise ekonomik sorunlarını halletmiş; batıdan Makedonya tehdidinden kurtulmuş bir aktör olarak Türkiye karşısında güçlü bir ülke projeksiyonu ile masaya oturttukları ve çözüme zorladıkları anlaşılmaktadır.
Sonuç
Makedonya isim sorununun sadece Yunanistan ile Makedonya arasındaki sıradan bir politik mesele olarak değerlendirilmesi analizin eksik kalmasına ve stratejik planlamalar yapan Türk dış politika yapıcılarının yanılgıya düşmesine neden olur. Sorunun çok boyutlu olduğu ve Türkiye’yi yakından ilgilendirdiği göz ardı edilemeyecek bir gerçekliktir. Uluslararası ilişkilerdeki ani ve beklenmedik gelişmelerin oluştuğu zaman dilimleri, tesadüften öte, belirli bir planın uygulama aşamasını içeren, belirli bir geçmiş (stratejinin oluşturulmasındaki açık veya kapalı müzakere süreci), bugün (stratejinin ana unsuru olan gelişmenin ortaya çıkışı) ve belirli bir gelecek (stratejinin hedefi) olarak ifade edilebilecek düzlemlerden oluşur. Bu açıdan bakıldığında, Yunanistan’ın içinden geçtiği ağır ekonomik krizin sona ermeye başladığına yönelik bir takım göstergelerin ortaya çıkması ve Makedonya ile isim sorununun çözümünün, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik ekseninden kopma noktasına geldiği bir dönemde ortaya çıkması rastlantı değil, tam aksine, geçmişte altyapısı oluşturulmuş, bugün uluslararası kamuoyunun gündemine getirilmiş ve gelecekte hedefi Türkiye olan bir Avrupa-Atlantik stratejisidir.
Bu stratejinin geleceğe yönelik hedefi ekonomik krizden kurtarılarak, Makedonya’ya harcadığı enerjiyi doğusundaki Türkiye’ye biriktirecek olan Yunan dış politikasının bundan sonraki süreçte Ege ve Kıbrıs’ta agresifleşmesidir. Yunanistan’ın bundan sonraki süreçte, Ege’deki statüsü tartışmalı ada ve adacıklar üzerinden yayılmacı bir motivasyona kapılması, Kıbrıs’ta İsrail ve Mısır ile birlikte Türkiye’yi kuşatıcı hamlelere yönelmesi kuvvetli olasılıklar arasındadır. Bunların da ötesinde, söz konusu bu Avrupa-Atlantik stratejisinin, daha uzun vadede Yunan donanmasını Ege’de yeniden pro-aktif hale getirerek, Türkiye’ye yönelik askeri hamleleri de içerecek şekilde yön değiştirme ihtimalini de Türk dış politika yapıcılarının kesinlikle dışlamaması gerekir.
Not: bu yazı Anka Strateji Dergisi’nin 8. Sayısında yayınlanmış olup, Anka Strateji Dergisi’nden alıntılanmıştır.