Patrikhane`nin Ekümenikliği Üzerine
İlginç bir detay takıldı geçenlerde gözümüze. Rum Patriği Bartholomeos modern Rusya’nın öncüsü sayılan Kiev Dükalığı’nın Hıristiyanlığı kabul edişinin kutlama ayinlerine katıldı Kiev’de. Her ne kadar bu olay sıradan dini bir tören gibi görünse de, öne çıkan siyasi tartışmalar oldukça önemli sayılacak türden.
Ukrayna siyasi açıdan Rusya’nın hakimiyetinden kurtulma çabasında son yıllarda. Bu çabaya Ukrayna Kilisesi de katıldı ve Moskova Patrikhanesi’nden ayrılarak İstanbul’daki Patrikhaneye bağlanma istekleri sıkça dile getirilmeye başlandı. Hatta o kadar ki, bu tartışmalardan sonra Ukrayna’daki kiliseler arasında bir bölünme yaşandı. Kimisi Moskova yanlısı bir tutum alırken, kimisi de İstanbul’daki Patrikhane’ye bağlanmayı önermeye başladı. Bu tartışmalara Ukrayna’nın Rusya karşıtı Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko da taraf oldu ve Bartholomeos’dan Ukrayna Kilisesi’nin İstanbul’daki Patrikhane’ye bağlanması konusunda açıkça destek istedi.
Tabii ki Moskova’daki Patrikhane buna şiddetle karşı çıkıyor. Bartholomeos da Kiev’deki törenlerde açık bir mesaj vermedi ancak Patrikhane’nin ekümeniklik iddialarını güçlendirecek hatırı sayılır bir koz elde etti. Ukrayna Kilisesi’nin Moskova’dan ayrılarak İstanbul Patrikhanesi’ne bağlanması İstanbul’daki Patriğin daha geniş bir Ortodoks nüfus üzerinde dini himaye kurması demek ki, bu da ekümeniklik iddialarını güçlendirmek için bulunmaz bir fırsat.
Patrikhanenin statüsü 1923’ten bu yana belli olmasına rağmen yine de tartışmalar bitmiyor. Çünkü, Patrikhane aslında 19. yüzyılda kaybettiği siyasi otoritesini geri kazanma çabasında. Bu sebeple gerek Yunanistan gerekse de Patrikhane ekümeniklik meselesini sürekli olarak gündemde tutuyor.
Patrikhane’nin ekümenikliği aslında fiili olarak Tanzimat’tan itibaren zedelenmeye başladı. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı Osmanlı’daki millet sistemini kökünden sarsan bir reform hareketini başlattı ve kiliselerin de ulusallaşma sürecinin önünü açtı. Tanzimat’ın temel dayanak noktası Müslüman ve gayri-müslim bütün Osmanlı vatandaşlarını hukuki olarak eşit kılmasıydı ve Patrikhane gibi ruhani kurumların cemaatler üzerindeki hegemonyasını sona erdiriyordu. Zaten o dönemde Tanzimat’a en çok karşı çıkan da Patrikhane olmuştu ve Osmanlı’nın bürokratik hiyerarşisinde en önlerde gelen Patrik fermanın ilan edildiği törene bile katılmadı.
Bir noktayı iyi ayırt etmek gerekir. Gerek Osmanlı’daki Tanzimat reformları, gerekse de Balkanlar da yeşeren milliyetçi hareketler sadece imparatorluğa karşı gelişmedi. Aynı zamanda Patrikhane’nin Helen olmayan Ortodoks tebaa üzerindeki hakimiyetine karşı bir mücadele de başladı. 19. yüzyılın sonunda bu mücadele bir çok kilisenin ulusallaşmasına ve Patrikhane’den ayrılmasına kadar vardı. Bulgar Eksharklığı kuruldu ve Bulgar Kilisesi millileşti. Paralel süreçte Rumen, Sırp, Makedon ve Karadağ Kiliseleri de Patrikhane’den ayrıldılar ve İstanbul Patrikhanesi fiili olarak ekümeniklik sıfatını kaybetti. (Hatırlatmakta fayda vardır: Hıristiyan Ortodoks literatürde ekümeniklik dünyadaki bütün Ortodoksların tek ruhani liderliği anlamına gelir).
Bugüne bakalım bir de. Patrikhane’nin temel savı şu: “İstanbul’daki Patrik bugün dünya üzerindeki 300 milyon Ortodoksun tek ruhani lideridir”. Ancak bu sav fiiliyatta tamamen temelsiz. Patrikhane’nin tezindeki 300 milyon Ortodoksun 150 milyonluk kısmını, yani yarısını, en başından bu yana İstanbul’a bağlı olmayan Moskova Patrikhanesi’nin hakimiyetindeki Rus kilise cemaatlerine bağlı Ortodoks Ruslar oluşturuyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu da Balkan ülkelerinin milli kiliselerine bağlı Ortodokslar. İstanbul Patrikhanesi’ne bağlılığını belirten sadece Yunanistan’daki bazı kiliseler, ki orda bile hepsi değil ve Kıbrıs Rum kiliseleri ile ABD’de yeni kurulan birkaç Ortodoks kilisesidir.
Bu durumda “Ekümenik Patrikhane” söylemi geçerliliği olan bir durumu ifade etmiyor. Bu açıdan bakıldığında ekümenikliği tanımak gibi Türkiye’deki bazı aydınların da ortak olduğu bir iddia aslında geçerliliği olmayan bir siyasi görüş olduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuda hem Avrupa’da, hem de Türkiye’de daha da ileri gidenler var. Ekümenikliği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi olarak tanıması gerektiğini de gündeme getiriyorlar. Bu da siyasi açıdan değerlendirildiğinde meşru sayılamayacak bir durum. Laik bir yapıya sahip olan Türk Devleti dini bir kurumun ruhani sıfatını resmi olarak nasıl tanıyabilir? Tanırsa, Türk Devleti’nin laik yapısının hiçbir anlamı kalmaz. Buna karşı bazı entelektüel çevreler Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durumunu örnek gösterir. Ancak bu örnek de yanlıştır. Çünkü, Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlığa bağlı bir kamu kurumudur. Dini bir kurum değildir. Ama Patrikhane özerk bir yapıya sahip, tamamıyla dini bir kurumdur ve dolayısıyla laik Türk devletinin, dini bir kurumun ruhani yapısıyla ilgili resmi bir tavır alması açıkça laiklik ilkesine aykırılık teşkil eder.
Özetle iki noktanın altını çizmekte fayda var. Birincisi, Patrikhanenin fiili olarak artık ekümenik bir yapıya sahip olmaması, yani dünyadaki Ortodoks kiliselerinin çok büyük bir çoğunluğunun Patrikhane’ye bağlı olmaması, ikincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak Patrikhane’nin ruhani sıfatını resmi olarak tanıyamayacak olması. Bu iki husus ekümeniklik iddiasında olanların gözden kaçırmamaları gereken birer realitedir. Bu sebeple, Kiev’deki tartışmalar aslında Ortodoks dünyasının kendi iç çatışmasını yansıtmaktadır. O halde durum açıklık kazanıyor biraz. Türk devletinin ekümeniklik konusunda, lehte ya da aleyhte hiçbir tasarrufu söz konusu değildir ve ekümenikliği resmi olarak tanıması yönündeki siyasi taleplerin bir dayanağı olduğu iddia etmek de oldukça zordur.