Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararının Ardından
Bilindiği üzere Yunanistan’da 20 küsür yıldır kapalı olan Türk derneklerinin davaları AİHM’nin önündeydi. Geçen aylarda AİHM İskeçe Türk Birliği’nin kapatılmasını haksız bulmuş ve Yunanistan’ı mahkum etmişti. Yunan Hükümeti bu karara itiraz etti ve AİHM Büyük Daire tarafından nihai karar 1 Ekim’de açıklandı. 25 yıl önce indirilen İskeçe Türk Birliği’nin tabelaları yeniden yerine asılacak. Yunanistan’da örgütlenme özgürlüğünü ihlal edildiğini açıkça beyan eden bir karara imza attı AİHM. Önemli bir karar olduğu şüphe götürmez ancak bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Zira zihniyet değişmedikçe hukuk her zaman askıda kalır.
Yunanistan AİHM kararına uymak zorunda. Çünkü bu anayasal bir zorunluluk. Ama, pratikte kararların uygulanması çok kolay değil. Yunan Hükümeti Batı Trakya’da Türk azınlık olduğunu inkar etmeye devam ettiği sürece AİHM kararları da sembolik olmaktan öteye gitmeyecek. Bu konuda, Yunanistan’da yerleşmiş, kimi zaman trajikomik haller alan Türk karşıtlığı devleti bir avuç azınlıktan korkar hale getiriyor.
Yunan devletinin aşırı milliyetçi yapısı bugün itibariyle Yunanistan’da farklı etnik unsurların varlığını kabullenmeye pek müsait değil. Dolayısıyla, İskeçe Türk Birliği’nin resmi olarak var olması Yunanistan’ın Türk kimliğini kabul ettiği anlamına gelmeyecek. Zaten bu konudaki savunmaları son derece basit. “Üç beş tane Türk’ün kurmuş olduğu bir dernek azınlığın kimliğini Türk olarak tanımlamaz” diyorlar.
İşte bu anlayış bir zihniyet devriminin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bizim aydınlarımızdan da sıkça duyduğumuz “farklılıklar zenginliktir” gibi hamasi söylemlerin geçerliliğini önce Batı ülkelerinin kanıtlaması gerekir. Yunanistan da bunun için çok güzel bir örnek olabilir. Ülkedeki Türk, Makedon, Arnavut gibi farklı etnik unsurların tanınması bir AB ülkesinin “farklılıkların zenginliği”ne olan inancını göstermesi bakımından önemlidir. Ama bunun gerçekleştiğini gösteren bir işaret yok.
Balkanlardaki ulus devletlerin yapıları o kadar katı ki, ki bunların başını Yunanistan çekiyor, her vatandaşı etnik anlamda da Yunanlı, Bulgar ya da Sırp olarak tanımlıyorlar. Böyle bir durumda, bu ülkelerdeki farklı unsurlar haliyle toplumsal hayattan soyutlanıyor ve refah ve kalkınmadan payını alamıyor. Bir başka deyişle, ırk milliyetçiliğinin devlet milliyetçiliğiyle harmanlanması ve topluma zorla kabul ettirilmesi son derece olağan bir şeymiş gibi karşılanıyor. Balkanlardan biraz daha batıya doğru gidin, oralarda bu tarz siyasete hemen horozlanırlar. Ancak Balkanlara gelince kimse ses çıkarmaz. Neden?
Neden bize özgürlükleri anlatırken yorulmak bilmezler de, aynı şey Yunanistan’da, Bulgaristan’da olunca bir iki kelam etmezler? Çünkü, insan hak ve özgürlüklerini taraflı olarak tanımladıklarını düşünüyorum. Mahkeme kararlarının devletler için göreceli bir bağlayıcılığı olsa da, devletler AİHM kararlarını uygulamadığı zaman bir yaptırım olamıyor.
Bunun içindir ki, AB’nin Yunanistan’da ve diğer Balkan ülkelerinde Türk azınlıkların varlığını kabul ettirmek için başka bir fitil yakması gerekiyor. Balkanların AB’ye entegrasyonunda tutarlı ve sağlam bir zihniyet değişikliği için hem hükümetleri hem de toplumu teşvik etmesi gerekiyor. Yoksa ne Yunanistan’da, ne de diğer Balkan ülkelerinde Türk varlığının kabul edilmesi kolay değil. Bırakınız Türk azınlığı tanımayı, bugün Yunan toplumunda İskender’i hala Yunanlı gören milyonlarca birey olduktan sonra iş çok zor. Bu durumda insan hak ve hukukunun bu ülkelerde yerleşmesi daha çok zaman alır.