Yarım asır sonra Medrese-i Hayriye’ye sahip çıkıldı; herkese duyurulur!

Aydın Bostancı

Dergimizde bir çok defa Medreseler konusuna değindim ve öyle görünüyor ki, değinmeye de devam edeceğim. Çünkü azınlığımızda birçok konuda olduğu gibi Medreseler konusunda da oluşan “yaklaşım değişikliği” hayli ilginç ve yorumlanmaya değer konular arasında yer alıyor.

Şimdiye kadar azınlık kamuoyunun büyük çoğunluğu Medreseyi “kırmızı çizgi” olarak kabul ediyor, bu okulun varlığından söz etmek bile belirli çevrelerce iyi karşılanmıyordu. Acaba bu okula karşı izlenen sert tutumun nedeni sadece imaj sorunundan mı kaynaklanıyordu? Öte yandan halkın hiçbir zaman Medreseye karşı olumsuz bir tutumunun olmadığını da belirtmek gerekir. Bunun en kolay örneği, Medreseye giden azınlık öğrencilerinin sayısını araştırmakla mümkündür.

Peki neredeyse yarım asır yok sayılmak istenen, şimdilerde ise özellikle azınlık basınında popüler olan Gümülcine Medrese-i Hayriye’si kimler tarafından, ne için ve ne amaçla kuruldu?

1949 yılında dönemin Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa ve azınlığın ileri gelenleri tarafından açılan Medrese-i Hayriye’ye ilk ekonomik yardım, T.C. Gümülcine Başkonsolosu Ahmet Umar tarafından gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde Türkiye’den din dersleri hocası olarak gönderilen Hüseyin Erdoğan’ın Medrese’de hizmet verdiği bilinmektedir. Medreseye yapılan ekonomik yardımın ikinci bölümünün ise Yunanistan devleti tarafından finanse edildiği bilinmektedir. Buna göre Medrese-i Hayriye’nin açılması için, hem Türkiye hem de Yunanistan ekonomik katkı ve destekte bulunmuşlardır. Azınlığımızda 1970’lerin ortalarında kadar devam eden “Muhafazakar”-“Kemalist” çatışmasında Medreselerin rolü belirleyici olmuştur. “Fese” karşı “Şapka”, “Eski” yazıya karşı “Yeni” yazı, azınlıktaki Muhafazakar-Kemalist çatışmasında önemli faktörler arasında yer almıştır. Bu çatışmadan günümüze dek azınlığımızın elit sınıfından oluşan lider kadro, Medreseye karşı Celal Bayar Okulu’nu desteklemiş, buna karşın Yunan devleti de Medreseye sahip çıkan bir siyaset izlemeyi tercih etmiştir. Fakat gerçekte Yunan devletinin Medreseye ne kadar sahip çıktığı da tartışmalıdır. Çünkü medreselerin resmi olarak tanınması için 1950’li yıllarda başlayan müracaatlar ancak yarım asır sonra, 2000 yılında kabul edilmiş ve medreseler ancak 50 yıl sonra resmi statüye kavuşabilmiştir.

Devletin parasal anlamda da Medreseye sahip çıktığı  görüşü tam olarak doğru değildir. Çünkü giderlerini karşılamak için okul ilk kurulduğu tarihten itibaren günümüze dek öğrencilerden para almakta, azınlık hocalarının maaşları da Vakıf İdare Heyeti tarafından ödenmektedir. Dolayısıyla Medreselerin şimdiye kadar yok sayılmasını isteyen yaklaşımın nedeninin tamamen siyasi olduğu söylenilebilir. Buna en güzel örnek Gümülcine Medrese-i Hayriyesi’nin resmi olarak tanınmasından sonra Vaaz ve İrşad Heyetinin 22.09.2000 tarihli yayınladığı duyurudur. Duyuruda aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“Batı Trakya Türk Azınlığı’nın dinî hayatına artık hiçbir katkı sağlamayan Gümülcine ve Şahin Medreseleri, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın tüm gayretlerine rağmen kapatılamamış, diğer taraftan, medreselerin Türk Azınlık mensuplarını hurafelerle dolu orta çağ karanlıkları yerine, dinimizin aydınlığına sevk edecek din adamı yetiştiren kurumlara dönüştürülmesi için sarf ettiğimiz çabalar da maalesef sonuç vermemiştir.

Avrupa medeniyetinin bir parçası olmanın gururunu her vesile ile dile getiren hükümetimiz de, her nasılsa, her iki medresenin öğretim kadrosu ve öğretim ilkeleri açısından hizmet ettiği zihniyetin Avrupa medeniyeti ile bağdaşmadığını ve yaşadığımız dünyanın normlarını kabullenmeyen mürteci nesiller yetiştirildiğini bile bile, medreselerin faaliyetlerini devam ettirmesi ve hatta daha da cazip kılınması için cömert gayretler göstermektedir.

   Uluslararası anlaşmalarla Batı Trakya’da kalan biz Türk Azınlığı’nın dinî hayatını mükemmel bir şekilde devam ettirebilmesinin başlıca gereklerinden birisi de, çocuklarımıza dinimizi öğretecek eğitimcilerin kaliteli ve hurafelerden arınmış eğitim kurumlarından mezun olmaları ve evlâtlarımıza din yerine Arap örfünü öğretmekten kaçınmalarıdır.

Çocuklarımızın istikbalde Yunanistan’da ve hatta dünya genelinde saygın şahıslar olarak yetişmesi de esasen buna bağlıdır. Son olarak, her iki medreseye kız öğrencilerin alınacağı ve hatta bir grup kız öğrencinin medreselere kayıt yaptığı öğrenilmiştir.

Batı Trakya Türk Azınlığı Vaaz ve İrşad Heyeti olarak, Azınlık mensubu velilerimize kız olsun erkek olsun, din adamı veya öğretmen olmak isteyen evlâtlarımızı, medreselere kaydettirmekten kaçınmalarını vazediyoruz.

İleride öğretmen veya din adamı olmak isteyen gençlerimiz bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da medreselerden çok daha ileri düzeyde eğitim veren Anavatan Türkiye’deki orta ve yüksek öğretim kurumlarına devam edebilirler. Nitekim azınlığımızın bugün en verimli öğretmen ve din adamları da Anavatan Türkiye’deki okullardan mezun olmuşlardır”.

Hür Hakka Davet Dergisi’nde Hasan Paçaman, “Medrese’nin Resmiyet Meselesi ve İrşad Heyeti Duyurusu” başlıklı makalesinde ise bahsekonu duyuruya tepkisini dile getirmekte ve şöyle yazmaktadır:

“Düne kadar İbrahim Şerif, Medreselerin ıslâhı için hiçbir çaba sarf edilmedi diye bas bas bağırıyor, yazılar yazıyordu. Ne zaman durum değişmiş de Medreselerin ıslâhına çalışmışlar bunu da belgelerle ispatlamaları gerekir. Çünkü ‘Laf havaya, senet torbaya’ demişler. Ama, Sn. İ. Şerif’in Yeni HAKKA DAVET Dergisi sayı 19’da, Medreselerin ıslâhına hiç çalışılmadığına dair, Aralık 1991’de yayınlanan yazısı bizim arşivimizdedir. Faziletlileri orada şöyle diyor:

‘Medreselerin orta eğitim statüsüne dâhil edilmesi ve resmî bir dinî müessese olarak çalışmasını sağlayacak girişimler yapılmamıştır. Var olanla yetinilmiş, müesseseyi daha iyiye götürmenin önemi üzerinde durulmamıştır…” (Dünü, Bugünü ve Yarınıyla B. Trakya’daki Medreseler / Yeni HAKKA DAVET, Sayı 19, sayfa 2-4) İ. Şerif’in yukarıdakı ifadeleri, gerçeklere uymuyordu. Fakat, dergi yayınlandığı günlerde M. Müdürümüzün rahatsızlığından dolayı, kontrol edilmeden yayınlanmıştı. İşte o sebepten bir sonraki sayıda, yani Y. HAKKA DAVET’in 20-21’nci çift sayısında Hasan Paçaman tarafından durum düzeltilmiş, aşağıdaki yazı yayınlanmış ve okuyuculardan özür dilenmiştir. 20-21 no.’lu sayıda, konu ile ilgili olarak çıkan yazının bir bölümü şöyledir: ‘Şehrimiz medresesinin devletçe orta dereceli bir okul olarak tanınması için merhum Müftümüz ve o günün medrese encümen heyetleri defalarca ilgili hükümet makamları nezdinde girişimlerde bulunmuş; fakat maalesef müspet (olumlu) bir netice alamamışlardır. Bu konuda yapılan çalışmaları şöyle sıralayabiliriz:

1.    5 Teşrîn-i Evvel (Ekim) 1955 ve 153 no.’lu yazışma ile Eğitim ve Din işleri Bakanlığı’na

2.    12 Kanûn- evvel (Aralık) 1955 tarih ve 190 no’lu yazışma ile, yukarıdaki yazı ile ilgilenmeleri için, Valiliğe

3.    2 Teşrîn-i Evvel 1958 tarih ve 153 no.’lu tahrîrat ile yine Eğitim ve Dinişleri Bakanlığına,

4.    2 Ekim 1958 tarih ve 154 no.’lu tahrîrat ile tekrar Valiliğe

5.    7 Kanun-i Sani (Ocak) 1961 tarih ve 4 no.’lu yazışma ile bugünün (1992) Cumhur Reisi, o günün Başbakanı Sn. Karamanlis’e müracat olunmuş; fakat Başbakanlık Siyasî Bürosu’ndan 14.3.1961 tarih ve 30671 no.’lu yazı ile, konunun, yine Eğitim Bakanlığı Orta dereceli Okullar Dairesi’ne havâle edildiğini beyan eden bir yazıdan başka –hepsi rahmetli oldu- müracaat edenlerin eline bir şey geçmemiştir.

Son olarak, Cunta döneminde de Medrese’nin resmiyet kazanması ve orta dereceli bir okul olarak tanınması için, gerek Vali Sn. Alamanos, gerekse Eğitim Bakanlığı’na birer dilekçe sunulmuşsa da maalesef yine olumlu bir netice alınamamıştır.

Sn. Av. İhsan Kahya’nın başkanlığı döneminde de medreselerimizin ıslâhı ile ilgili bir yazının B.T. Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği tarafından bazı makamlara sunulduğu haberini çok geç olarak almış bulunuyoruz. İnşallah bu konuda, gelecek sayılarımızda aydınlatıcı bilgiyi sunarız.

Görülüyor ki, muhterem okuyucu, İ. Şerif’in, (dolayısıyla İrşad Heyeti’nin) sözlerinde açık bir çelişki var. 1991’de “Medresenin resmiyeti ve daha iyiye götürülmesi için hiçbir çalışma yapılmamış” diyor; şimdiki bildiride ise: “ (Medreselerin iyi) din adamı yetiştiren kurumlara dönüştürülmesi için sarf ettiğimiz çabalar da sonuç vermemiştir” deniliyor. Bu nasıl bir lahana turşusu!? Anlayan varsa lütfen bize de anlatsın…

Medreselerin, özellikle Gümülcine (Komotini) Medresesinin daha iyi olması ve resmîleşmesi için çok çalışmalar oldu. Ama bunlar İrşad Heyeti veya bugünkü Müftüler tarafından değil de, rahmetli Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa ve arkadaşları tarafından yapıldı… Merhumun bunca çalışmalarından sonra Yönetim – geç de olsa – bu çalışmalara bir cevap niteliğinde Medreseyi resmileştirip Lise yapmışsa, onu kapatmaya kalkışmak yerine, Azınlık olarak sevinmek, ve şayet daha kusur ve eksikleri varsa onların ıslâhına gidilmek gerekir. Bizim akıl ve mantığımız bunu böyle görüyor ve böyle söylüyor.

Duyuruda: Hükümetimiz de, mürteci nesiller yetiştirdiğini bile bile, medreselerin faaliyetlerini devam ettirmesi…” denmiş. Pek’ala, o müesseseler mürteci nesiller yetiştiriyormuş da M. Emin Aga kendisi, kardeşi avukat Hüseyin, Gümülcine’de Av. Adem, İsmail Rodoplu, Halil Haki, İrşad Heyeti’nin pek çok üyeleri, köylerdeki imam-hatip ve öğretmenlerimizin çoğu, medreselerde okudukları halde, neden mürteci olmamışlar?..

Bunlar mürteci olmamışlar veya irtica canavarından kendilerini kurtarabilmişlerse, bugün medreselere gidenler neden mürteci olsunlar veya bu belâ ve felâketten kendilerini neden kurtaramasınlar?.. ‘Biz mürteci değiliz’ diyenler insan da diğerleri hayvan mı? Hayrın şerrin ne olduğunu anlayacak kadar Allah herkese akıl vermiş… Bizce, bu hürriyet, demokrasi ve insan hakları devrinde kimsenin vesâyete ihtiyacı yok…

Duyuruda:
‘Azınlığımızın bugün en verimli din adamları Anavatan Türkiye’deki okullardan mezun olmuşlardır’ deniyor.

Yalan, aziz okuyucu yalan. Çünkü İskeçe’nin halk müftüsü M. Emin Aga Anavatan’dan mezun olmamış, sekreteri (aynı zamanda V.İ.H.) Başkanı Sedat Karadayı Türkiye’den mezun olmamış; Sabri Tevfik, Sabri Hacı Hüseyin, Hasan Canbaz, Ahmet Petlo, Hasan Paçaman, Dr. Hüseyin İmam ve başkaları Türkiye’den mezun olmamışlardır. Gümülcine (Komotini) halk müftüsü İbrahim Şerif’in sekreteri Ahmet İsmail de Anavatan’dan değil Mısır’dan mezundur. Bu hocalarımız verimli insanlar değiller mi? Azınlık için çalışmıyorlar mı? Şayet çalışmıyorlarsa İrşad Heyeti’nde ne işleri var? Hele sekreter olarak kullanılan arkadaşlar o yüksek (?) makamda nasıl tutuluyorlar?.

Bunu söylerken, ‘Anavatan Türkiye’den hiç değerli din adamı yetişmedi veya yetişmez” demiyoruz. Elbette ki oradan da pek değerli din adamları hem yetişti, hem de yetişecek inşallah. Ama bu, başka yerlerde din adamı veya bilim adamı yetişmesine mani değildir. İrşad Heyeti, yaptığı bu son duyuru ile, yüzünden maskeyi atmış, Azınlık insanımızın lehine çalışacağı yerde, yabancıların lehine çalıştığını ispatlamıştır. Çünkü, zaten yeterli olmayan liselerimizi çoğaltacağımız ve ıslah edeceğimiz yerde, onların kapanmasına çalışmak, 21’inci yüzyılda yüz karası ve îzâhı mümkün olmayan bir cinayettir”. (Hür Hakka Davet , Sayı 103 , Sayfa 27-32, Kasım 2000)

Hür Hakka Davet dergisinin 104 ve 105’nci sayılarında da konuya ilişkin tepkiler ve makaleler yer almaktadır.

Yaklaşık on yıl önce yapılan bütün bu ilginç duyuru ve yorumlardan sonra Medrese konusu acaba günümüzde nasıl algılanıyor?

Bugün için bırakın Medresenin kapatılması, isminden “Hayriye” kelimesinin çıkarılması bile ortalığı karıştırdı. 25 Ağustos 2009 tarihinde, “Gümülcine Medrese-i Hayriye Ortaokul ve Lisesi” yazan tabeladan “Hayriye” çıkarılıp “Gümülcine Medresesi Ortaokul ve Lisesi” diye değiştirilince azınlık basınından, Avrupa Batı Trakya Türkleri Federasyonu’na kadar açıklamalar ve tepkiler yükseldi. Hatta öyle ki, azınlık basınında “Medrese” ile ilgili özel sayılar bile yayınlandı. Tepkiler büyüyünce Yönetim de 24 saat içerisinde yeni konulan tabelayı değiştirmek zorunda kaldı ve yerine eskiden olduğu gibi “Gümülcine Medrese-i Hayriye Ortaokul ve Lisesi” yazan tabela konuldu.

Halbuki on yıl önce bırakın ismindeki “Hayriye”yi, okulun tamamen kapatılması ve ortadan kaldırılması için açıklamalar ve duyurular yayınlanıyor, üstelikte bu bildiriler Cuma hutbelerinde dahi okutuluyordu.

Fakat bütün bu çelişki ve tezata rağmen bugün için izlenen tutum DOĞRU OLAN TUTUMDUR. Medrese bazıları kabullesin veya kabullenmesin bu AZINLIĞIN OKULUDUR ve elbetteki azınlık kendi okuluna sahip çıkmalıdır.

Fakat dedik ya burası azınlık, bir kaç ay sonra tutup, “Medrese bir an önce kapatılmalıdır” şeklinde bir bildiri yayınlanırsa hiç şaşmayın. Ne de olsa burası çelişkiler memleketi!

Aydın Bostancı, Azınlıkça Dergisi

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ