Müslüman vakıf arazisinin üzerine ne kilise dikilebilir ne de tutup cami satılabilir!..

Aydın Bostancı

Vakıflar konusu Yunanistan ve Türkiye’deki azınlıklar açısından tarih boyunca her zaman sorunlarla ilişkili bir seyir almıştır. Gerek Batı Trakya gerekse de İstanbul’daki azınlık vakıflarına karşı devletlerin almış olduğu sert önlemler ve bu haksız uygulamaların mütekabiliyet kapsamında değerlendirilmesi, azınlıkların başını bugün bile ağrıtmaya devam etmektedir.

Yunanistan ve Türkiye yakın bir süre önce yeni birer vakıflar yasası hazırlayıp bunu meclislerinden geçirmiş olsalar dahi, vakıf sorunlarının çözümlenmesi öyle kolay gözükmüyor. Her ne kadar iki devlet de meclislerinden eş zamanlı olarak geçirmiş oldukları vakıflar yasasının hayli çağdaş ve modern olduğunu ve sorunlara çözüm getirdiğini savunmuş olsalar da, gerçekte her iki tarafta da azınlık vakıf sorunları öyle kolay biteceğe benzemiyor. Hâlbuki vakıflar hayır amaçlı, hiçbir zaman kâr amacı gütmeyen, sadece ve sadece bulundukları topluma hizmet amaçlı kurulmuşlardır.

Genel anlamıyla ifade edecek olursak, vakıf, sahibi olduğu bir malı herkesin faydalanabilmesi için, yani hayırlı bir iş için belirli bir amaca tahsis etmek anlamını taşımaktadır ve İslam hukukuna göre hiçbir şekilde vakıf malının satılması, elden çıkarılması veya vakıf idarecilerinin vakıf mallarını keyfî olarak kullanmaları kesinlikle mümkün değildir. Hatta öyle ki, bir camiye vakfedilen en küçük bir tespih veya seccadenin bile bir başka camiye nakledilmesi, İslam hukukuna göre mümkün olamamaktadır. Bu bakımdan vakıflar kutsaldır ve hiç kimse vakıf mallarını keyfine göre kullanma, hele hele de satma cüretini gösterme hakkına sahip değildir.

Son haftalarda özellikle azınlık basınının yakından takip ettiği Gümülcine’ye bağlı Yanıkköy’deki vakıf arazisi üzerine kilise inşa edilmesi meselesi hâlâ güncelliğini koruyor. Gümülcine Müftülüğü resmî makamlara sunduğu yazılı belgede, söz konusu arazinin tapusunu göstererek arazinin vakıf malı olduğunu belirtiyor.

Doğu Makedonya – Trakya Bölge Genel Sekreteri konuyla ilgili sorulan bir soru üzerine, meselenin Selanik’teki özel bir bilirkişi komisyonuna havale edildiğini söyledi. Şimdilik komisyonun vereceği karar bekleniyor. Elbette, eğer Gümülcine Müftülüğü’nün vermiş olduğu evrak söz konusu arazinin vakıf malı olduğunu ispat ediyorsa, kimsenin Müslüman vakıf arazisi üzerine kilise yapmaya hakkı yoktur ve yapılan kilisenin yıkılması gerekir. Fakat bunun tersi de mümkün olabilir. Yani bahse konu Osmanlı tapusu başka bir arazinin de olabilir. O yüzden tapuda belirtilen arazinin kime ait olduğu eski kayıtlardan da incelenmelidir ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gerçek ortaya çıkmalıdır. İleriki sayılarımızda bilirkişi kararının takipçisi olacağımızı şimdiden belirtelim.

 Burada şunu bir kez daha vurgulayalım, Azınlıkça’da hep söyledik ve söylemeye de devam ediyoruz, vakıf sabunu yiyen farenin gözü kör olur diye! Bunu yapan kimler olursa olsun, ister “tayinli”, ister “seçilmiş”, ister “hain”, ister “kahraman”, kim olursa olsun hiç önemli değildir. Kimse vakıf malını satma veya şahsî çıkarına göre kullanma hakkına sahip olmadığı gibi bu suçu işlemişlerse şayet, her ikisi de aynı derecede sorumludur. Azınlığımızda oluşturulmuş  yanlış bir algı var, o da “tayinli” sattığı zaman  hain, “seçilmiş” sattığı zaman ise görmezlikten gelinir! Oysa böyle bir şey olamaz! Kim olursa olsun, vakıf malını satmaya kimsenin hakkı yoktur.

Düşünün bir kere, Batı Trakya da bir caminin veya İstanbul’da bir kilisenin satıldığını duymak bile insanın tüylerini diken diken ediyor! İnsanın havsalası almıyor, bir ibadet yeri, nasıl, hangi mantıkla satılabilir diye? Daha vahimi ise bu satışların azınlık bireyi olan bazı kişiler tarafından yapılabilmiş olmasıdır.

Dergimiz bu sayıda, yıllar önce Trakya’nın Sesi’nde yayımlanan, İskeçe iline bağlı Horozlu camisinin satış belgesini ilk defa olarak Türkçeye çevirerek yayınlıyor. Üstü örtülen bir gerçeği tekrar hatırlatmak açısından bunu çok önemli gördük. Çünkü camiyi satan bugün bazılarına göre “büyük azınlık kahramanı” olarak değerlendiriliyor, gerçekler tahrif ediliyor. Oysa bizim gözümüzde bu insanların zorla kahraman veya hain ilan edilmeleri hiçbir önem arz etmiyor. Çünkü bizim değerlendirmemiz bu insanların sorumluluk aldıkları anda azınlık değerlerine ve mallarına ne yaptıkları üzerinden oluyor. Ve bu zaviyeden baktığımızda, hâlâ utanmadan azınlığın büyük lideri ve kahramanı diye allanıp pullanan bu kişilerin esasında azınlığa en büyük zararı veren kişiler olduğunu görüyoruz.

Bu sayımızda yayınladığımız belgeye göre, Horozlu camisini satan kişi, satış işleminden üç ay önce, ne hikmetse artık!,  Horozlu Camii Mütevellisi’ne dönemin İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi tarafından tayin edilen oğlu Mehmet Emin Aga’dır. Noter kaydından okuduğumuza göre, satış esnasında yine İskeçeli olduğu anlaşılan Faik oğlu Hasan diye bir şahıs da var işin içerisinde.

Noter huzurunda yapılan cami satışı Horozlu köyünden bir Hıristiyan’a yapılmış. İnsanın satış belgesini okudukça tüyleri ürperiyor adeta. Nasıl olur da bir cami, hem de bahçesiyle birlikte, resmen tarla gibi satılabilir?

Bu inanılmaz cürmü işleyenlerin bir müftü ve onun oğlu olduğunu ise insanın havsalası almıyor. Aynı şekilde 1950’li yıllarda Dimetoka’daki tarihî Çelebi Mehmet camisinin de satıldığı veya hibe edildiği söylenmektedir tabiî. Bu cürümleri işleyenler, bunu yaparken nasıl vicdan azabı çekmemişler veya nasıl bu adamları sonra kahraman ilan etmişler anlamak mümkün değil!

Peki bir de şunu soralım: Horozlu camisini satanlarla, Çelebi Mehmet camisini satanların işledikleri cürüm aynı değil midir? Yine ne enteresandır, bizler neden gerçekleri örterek sırf birilerinin hoşuna gitsin diye zorla bu insanları kahraman, diğer insanları hain ilan etmeliyiz ki?

Halbuki kim olursa olsun, vakıf malı satmışsa eğer, işlediği suç aynıdır ve bunun affedilir bir tarafı yoktur. Ne yani, şimdi “tayinlilerin” vakıf yönetimlerinden çekilmesini ve sattıkları malların mücadelesini verirken bazı “seçilmişlerin” sattıkları vakıf mallarının mücadelesini vermemek veya bunu görmezlikten gelmek çifte standart değil de nedir?

Ama bu türlü işlerde belgeler konuşur ve belgeler oldukça bir şeyleri bilerek veya bilmeyerek görmezlikten gelenlerin zaten bir hükmü yoktur. Umarım Yanıkköy’deki arazinin vakıf arazisi olup olmadığı bir an önce ortaya çıkar ve dilerim bütün vakıf mallarımıza her zaman aynı hassasiyetle sahip çıkarız.

Aydın Bostancı, Azınlıkça Dergisi

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ